Buğday Derneği’nin yayınladığı Gıda Krizi Raporu; tohumdan tarlaya, tarladan tabağımıza kadar uzanan zincirde, gıda ve beslenmenin gizli maliyetlerini gözler önüne seriyor. Krizle başa çıkabilmek için, Türkiye’de ve dünyada yapılmış bilimsel araştırmalar ve denenmiş çözümleri ortaya koyuyor.
Toprağa, suya hakim olmaya çalışmanın ve onları yaşayan birer ”varlık” olarak değil insana hizmet eden ”kaynak” olarak görmenin yol açtığı yıkıcı sonuçlar ortada. Doğadan sürekli almaya yönelik eylemlerimizin ekolojik ve ekonomik olarak sürdürülemediği, bu açgözlülüğün kısır bir döngüye dönüşerek insanlığı felaketlere sürüklediği de aşikâr.
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin, hem gıda krizine neden olan sorunları net bir biçimde ortaya koymak hem de çözüm yolları önermek üzere hazırladığı Gıda Krizi Raporu iki bölümden oluşuyor: Gizli Maliyetler ile Çözüm: Bütüne Bakmak ve Maliyetleri Azaltmak.
Raporun ilk bölümü, “sorunu doğru ortaya koymak, çözümün de belirmesini sağlar” görüşünden hareketle, gıda sisteminde yaşanan sorunların dört temel nedenine dikkat çekiyor:
Birincisi, gıda paylaşımındaki adaletsizlik. 2017’de ortalama et tüketimi ABD’li bir kişi için 124 kilo, bir Avrupalı için 80 kilo, Türkiyeli için 40 kilo, bir Nijeryalı için 10 kilo civarındaydı.
İkinci neden, gıda israfı. Dünyada 800 milyonun üzerinde insan, yani her on kişiden biri açlık çekmesine karşın her yıl yetiştirilen gıdanın üçte biri, yani yaklaşık 1,3 milyar ton gıda tarladan tezgâha giden yolda heba oluyor.
Üçüncü neden, gıda olarak sunulan ürünlerin besleyici özelliğini yitirmiş olması. Tarımda kullanılan sentetik kimyasallar ve katkı maddeleri yiyeceklerdeki besleyicilik özelliğini geri plana iterken yetersiz beslenme kaynaklı sağlık sorunlarına neden oluyor.
Dördünce neden olarak savaşlar, çatışmalar, iklim değişikliği, salgın hastalıklar ve yanlış politikalar sonucu yaşanan üretim kayıpları ve gıda enflasyonu da eklenince gıda krizinin çözümü güçleşiyor.
Öte yandan rapor, gıdanın gizli maliyetlerine de dikkat çekiyor ve bu gizli maliyet hesabını yapmadığımız sürece ödediğimiz bedeller giderek artacağına işaret ediyor. Gıdanın maliyeti, gıdanın üretiminden tüketimine kadar olan süreçteki hammadde, enerji, lojistik, tanıtım, emek vs gibi parasal değer biçilmiş bedellerle birlikte ekolojik, sosyal ve sağlık için ödenen bedelleri de kapsıyor.
Beslenme kişisel bir mesele değil!
Gıdaya erişimde yaşanan sıkıntıların sosyal ve ekonomik adaletsizliklerle de doğrudan ilgisi var. Üreten kendine yeterli topluluklar, girdi maliyetleri ve sosyo ekonomik dengesizlikler yüzünden giderek satın almak zorunda bırakılan ve alım gücü giderek düşen yoksul tüketicilere dönüşüyor.
Hem dünyada hem de Türkiye’de her geçen gün geçtikçe daha fazla insan yeterli beslenme ihtiyacını konusunda sorun yaşıyor. Ülkemizde yaşanan gıda enflasyonu gıdaya erişim ve sağlıklı beslenme sorunlarını daha da derinleştiriyor. TMOBB 2022 verilerine göre, ülkemizde yaşayanların % 22`si dengeli ve yeterli beslenemiyor, % 8,5`u ise açlık sınırında yaşıyor.
Endüstriyel tarım yöntemleri toplumların gıda güvenliğinin yanı sıra diğer türlerin yaşamını, toprak ve su varlığını, iklimleri, kısacası gezegenin geleceğini tehdit ediyor. Soframıza koyduğumuz gıdanın nereden geldiğini, kimler tarafından nasıl üretildiğini, bize nasıl ulaştığına dair yapacağımız seçimler sadece bizi değil, tüm gezegeni ve yaşamı etkiliyor.
Çözüme giden yollar…
Sorunun sadece teknolojik gelişmelerle çözülemeyeceği aşikar. Çözüme giden yol; üretim ve tüketim yöntem ve teknikleri ile tedarik zincirlerini de içine alan bütün bir gıda sisteminde anlayış değişikliğine gidilmesinden geçiyor.
Gıdanın gerçek bedelini sorgulamamız, ”bu bedelleri nasıl azaltabiliriz?” sorusunun yanıtlarını vermemiz ve iş işten geçmeden sağlıklı ve adil gıdaya üretim, tedarik ve tüketim yöntemlerini hayata geçirmemiz gerekiyor.
Üretimden tüketime kadar uzanan yolda kısa vadeli verimlilik ve maddi kârın yerine bereket ve bütünün kârını gözeten anlayışa ve bu anlayışla hayata geçirilecek politikalara ihtiyacımız var. Gıda krizinin çözümü de böyle bir dönüşüme doğru adım atmakla mümkün…
- Çiſtçinin, özellikle de pazara ulaşma ve rekabet şansı düşük küçük çiſtçilerin refahını esas alan, üretimden araç kullanımına, depo olanaklarından pazarlamaya kadar her alanda üreticilerin örgütlenmesi,
- Suyun verimli kullanılması, az su isteyen bitkilere yönelinmesi, damlama sulamanın ve yağmur hasadının yaygınlaşması, toprağın su tutuma kapasitesini artıracak yöntemlerin hayata geçirilmesi;
- Pestisit, sentetik gübre ve monokültür gibi toprakları tarım yapılamaz noktaya getiren uygulamaların terk edilerek doğa haklarının, çeşitliliğin ve sağlıklı ekosistemlerin devamlılığının benimsenmesi;
- Tüketim kültürünün sorgulanması, doğanın sınırsız bir kaynak olarak görülmekten vaz geçilmesi bu çerçevede gıdada görsel kaygılar yerine besleyici değerlerin ön plana çıkarılmasına yönelik adımlar dönüşümün kilometre taşlarını oluşturabilir.
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği olarak hazırladığımız Gıda Krizi Raporu, tohumdan tarlaya, tarladan tezgaha, tezgâhtan mutfağa mutfaktan sofraya ve damağımıza varıncaya kadar gıda ve beslenme konusunda yaşadığımız sorunlara doğru yönden bakarak çözüm önerilerimizi politikacıların, karar vericilerin, tüketiciler de dahil olmak üzere gıda sisteminde yer alan bütün paydaşların gündemine getirmeyi amaçlıyor. Gıdanın sadece ekonomik değil ekolojik, sosyal ve sağlıkla ilgili maliyetlerinin tırmanmasının ardında yatan nedenleri doğru belirlemek bize çözüme giden yolları da gösteriyor.
Gıda Krizi Raporu’nun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.